Pazartesi, Ocak 30, 2006

Paşa babasından kalan konakta eşi Zekeriya Bey,annesi Pakize Hanım,büyük kızları Bihter, ortanca Behiye ve en küçük Mustafa ile birlikte, bir de orta hizmetine bakan daha küçücük bir kızken yanlarına aldıkları Müveddet ile yaşıyorlardı.
Eşi Zekeriya Bey devlet memurluğundan üst kademelerden emekli olmuştu.Varlıklı ve soylu bir ailenin tek erkek evladıydı. Eşi Suzan Hanım'la aynı muhitten aile dostları idiler.İlk gençlik yıllarında birbirlerine aşık olmuş ailelerde onay verince hemen evlenivermişlerdi.
Oldukça mutlu bir yirmi yıl yaşamışlardı.Kızlarını ve tek erkek evlatlarını Osmanlı terbiyesi ile büyütmüş tahsil hayatlarını hep desteklemiş, hep arkalarında durmuşlardı.Osmanlı terbiyesi ile büyüttükleri çocuklarını aynı zamanda yabancı dil eğitimi almanın yanında batılı bir anlayış ile de çağdaş bir şekilde yetiştirmeye çalışıyorlardı.
Bazen, büyükhanım çocuklarını fazla açık yetiştirdiklerini ima edip söylense de bu sadece söylenmeden ibaret kalır gelini ve oğlunun evlatlarını terbiye etme biçimlerine karışmazdı.
Bir gün Zekeriya Bey eve pek neşeli geldi.Akşam yemeğinden sonra kahveler içilirken baklayı ağzından çıkardı.
-Bugün tapudan bir arkadaşımla karşılaştım.Oradan buradan sohbet ederken Büyük Ada'da satılık bir yazlık konak olduğunu öğrendim.Biliyorsunuz uzun zamandır aklımda bir sayfiye yeri almak vardı.Üşenmedim kalktım gittim baktım.Ev çok bakımlı, sahipleri ihtiyaçtan satıyorlarmış.Fiyatta uygundu.Ben müşkül durumda olduğu için ev sahibine biraz daha fazla ödemek kaydıyla evi satın aldım.Yani artık Büyük Ada'da bir sayfiyemiz var.Hayırlı olsun.
Hemen kızlar babalarına sarıldılar.Suzan Hanım'da pek mutlu olmuştu bu işe, Mustafa odanın ortasında zıplamaya başladı.
Fakat Pakize Hanım biraz sitemli,
-Ah be oğlum neden söyledikleri fiyatın üstüne alıyorsun ki evi.?Sen mi kaldın bu dünyanın iyisi?
Dedi..
-Anacığım dedi Zekeriya Bey, arkadaşımda evin sahibide sizin gibi şaşırdı lakin ihtiyaçtan satan birinin zayıflığından faydalanmak bana yakışmazdı.Bizde böyle bir duruma düşebilirdik.Başımızın gözümüzün sadakası olsun , sevabı bize yeter dedi
Böylesine soylu bir evlada sahip olmanın gururu ile kabardı Pakize Hanımın göğsü.Sadece tebessüm etti cevap vermedi.
Nisan ayında satın alınan evin hazırlıkları haziran başına kadar sürdü.Nihayet haziranda eve taşınmışlardı.Ev hakikaten çok güzel marmaraya yukardan baakan bir tepe üzerine yapılmış, bahçesi kullanışlı,civarındaki sakinleri oldukça nezihti.
Günler bu huzurlu sayfiye evinde böylece sürerken Zekeriya Bey'in İstanbul'da işleri çıktı.Birkaç günlüğüne İstanbul'daki konağa gidip işlerini halledinceye kadar orada kalması gerekiyordu.Suzan Hanım onunla gitmeyi teklif etti ancak Zekeriya Bey ,
-Sen şimdi evde çoluk çocuk yok sıkılırsın.E iş güç de Müveddet olmadan sana ağır gelir, hepsi hepsi üç gün ben ihtiyaçlarımı karşılarım sen yorulma cancağızım ..diyerek reddetti.
Ertesi gün Zekeriya Bey'i İstanbul'a yolcu ettiler.O gün büyük hanımında tavsiyesi ile Suzan Hanım komşularını çaya davet etti.Sekiz- on kişilik kalabalığa kendi kalabalıkları da eklenince epey bir curcuna olmuştu.Çocuklar bahçede koşturmuş, hanımlar çay pasta tarifi alıp vermiş , kızlaar konuklarına piyano çalmışlardı.Akşam üstü eve dağılan kalabalıktan sonra akşam yemeğine hemen oturulmuştu.Günün dedikodusu hoşbeş derken o gün yoruldukları için erkenden yattılar.
Ertesi günde büyük temizliğe giriştiler.Gün öylece bitti üçüncü gün yani Zekeriya Bey'in döneceği günden bir gün önce evde sessiz sakin oturdular.Son birkaç günün yorgunluğunu çıkardılar adeta.Koca sayfiyeden küçük Mustafa'nın sesinden başka ses çıkmıyordu.
Ertesi gün sabah erken uyandı Suzan Hanım. "Allah insanın başından eksik etmesin erini dedi.O yokken düzenimiz iyice şaştı.O gelsinde artık düzene girelim.Mustafa da söz dinlemez oldu.Babasına bir bir anlatacağım gelince.
Aynanın karşısında süslenirken bunları düşünüyordu.İşlerini bitirdi bahçeye kayınvalidesinin yanına indi.Akşam olmuştu ama Zekeriya Bey'den haber çıkmamıştı.Meraklandılar .Haber vermeden asla böyle bir
şey yapmazdı çünkü.O gün ve akşam öylece bitti.
Suzan Hanım hem meraklı hem öfkeli bekliyordu kocasını.Nasıl olurdu da böyle sorumsuz davranırdı, eşinin üzerine ne kadar düştüğünü bilmezmiydi sanki.Gece hiç bitmedi Suzan Hanım için aslında büyük hanımda öyleydi.Sabaha kadar gözünü kırpmadı yaşlı kadın.Sabah namazından sonra daldı biraz ama uzun sürmedi.Kalktı mutfağa indi kendine su alacaktı ki , gelini ile karşılaştı.Kadın giyinmiş çıkmaya hazırlanıyordu.
-Günaydın anneciğim kusura bakmayın haber vermeden çıkıyordum ama bir pusula bırakmıştım size.Ben Zekeriya'yı çok merak ediyorum, İstanbul'a eve gideceğim.Allah korusun dünyanın bin türlü hali var.
Büyük hanımda aslında onaylıyordu bu hareketi ama dediki.
-Kızım telaş etme gereksiz yere , erkektir bir yere takılmıştır gelir bugün merak etme.
-Sanmıyorum anneciğim dedi kadın.Ben kocamı bilirim birşey olmasa asla bizi habersiz bırakmazdı.Ben gideceğim.
Yaşlı kadın daha fazla üstelemedi.Yalnız gitmesine razı olmadı yanına bahçıvanı da verdi.Birlikte yola çıktılar.Yol boyunca Suzan hanım hiç konuşmadı.İç sesi ise hiç susmadı.Bin tane senaryo yazdı.
İstanbul'daki eve vardılar nihayet. Kapı aralıktı.Birden içine bir ateş topu düştü Suzan hanımın.Birbirlerine baktılar.
İçeri girdiler odaları dolaştılar garip birşey yok gibiydi.Bahçıvan arka bahçeye Suzan hanım yatak odasına yöneldiler.Yatak odasının kapısı açıktı ve Zekeriya bey yatıyordu.Biraz daha yaklaştı ve korkunç görüntü ile karşılaştı.Zekeriya bey sırtından bıçaklanmış ve öylece bırakılmıştı.Yatağın diğer tarafına doğru akan kanlar kapıdan seçilmiyordu ama yaklaşınca herşey tüm korkunçluğu ile apaçık görünüyordu.Adamın rengi morarmaya başlamıştı bile.Suzan hanımın çığlığı ve hıçkırıkları tüm mahalleyi saruyordu.Bahçıvan yanına koşup yanına gelene kadar Suzan hanım bayılmıştı.Sonraki günler bir rüya gibi geçti.Emniyet müdürleri ,soruşturmalar derken üçgün sonra durum ortaya çıktı.
Zavallı Zekeriya bey ,yeni satın aldığı sayfiye evinin oğlunun kurbanı olmuştu.
Zor duruma düşen aile bu evi satarak borçlarını karşılamak istemiş.Evin genç oğlu bu işe karşı çıkmış ancak babasını ikna edememişti.Pazarlık sırasında baba oğulun bu tartışmasına şahit olan Zekeriya bey ,istenenden daha da fazla ödeyerek ailenin mağduriyetini ve oğulun
muhalefetini telafi etmek istemişti.Bu durumu içine sindiremeyen genç adam bir gün Zekeriya beyin evde yalnız olduğunu bildiği bir sırada eve gelmiş aralarında tartışmışlar.Zekeriya bey genç adamı evden kovmuştu.Aynı gece eve gelen genç zavallı edemı uyurken bıçaklaamış ve kaçmıştı.Daha sonraları katilin, ailesine sürekli sorun yaratan ve ruhsal tedavi gören biri olduğu ortaya çıkmıştı.Aile çok üzgündü.Çocuk yakalndı hapse atıldı.
Suzan hanım büyük adadaki bu uğursuz evi hemen sattı.Hatta İstanbul'daki konağıda satıp başka bir konağa geçtiler.Sevgili eşinin hatıralarına bu evde dayaanamazdı.
Yıllar sonra küçük Mustafa büyüyüpde bunu çocuklarına anlatırken,
"hiçbir iyilik cezasız kalmaz" diyecekti."Siz siz olun birine iyilik yaptığınızda tedbiri elden bırakmayın"...

Perşembe, Ocak 26, 2006

Pallas İyi Okumalar Diler

Halil bu kez feci parasız kalmıştı. "Nasıl oluyorda düzenli maaşım varken ve kendi evimde otururken bu kadar parasız kalıyorum? diye soruyordu kendine.Çoğu zaman cevabını bulamıyordu.
Oysa yanıt basitti.Evde , babaevinde gördüğü şaşalı hayatı aynen yaşamak isteyen bir kadın vardı.Biraz dikkat edilse hiç bu kadar sıkıntı çekmezlerdi.Ama öyle değildi işte.
Halil tüm bunların muhasebesini yapamayacak kadar aptalmıydı yoksa karısına çok mu aşıktı , belli değildi.
Yakınlarda birkaç ay önce karısı evi terketmiş babasının evine gitmiş, bebeğide götürmüştü.Halil yıkılmıştı.Çaresiz yaralı bir kedi gibi kıvrandı kaç gün.Gönül alma turları, telefonlar, çiçekler derken kadın eve döndü.Şimdilerde araları iyiydi.İyiydi de kazandığı yetmiyordu işte.
Ay sonunun gelmesine daha onbeş gün vardı ve cebinde ekmek parası bile yoktu.İşyerindeki bir arkadaşından eve giderken borç aldı.Ekmeği ile evin yolunu tuttu.Eşi onu karşıladı.Oğlu bacaklarına sarıldı.Oğlanı kucağına alınca parasızlığı unuttu.
Eşi yemeği hazırlarken Halil'de televizyon izliyordu.Bir an televizyonun üzerindeki 2 lira dikkatini çekti.O sırada eşi içeri girdi.
"Bu para nerden çıktı canım?" dedi.
"Oğlanın süt parasıydı Halil ama almadım vallahi " dedi.
"Neden" dedi Halil.
"Ne bileyim sen telefonda param yok deyince ben de lazım olur diye almadım işte."
İçi burkuldu karıkocanın...Ama birbirlerine belli etmediler.Yemeklerini yediler.Canı çok sıkılmıştı.Aniden ayağa kalktı.Ellerini bile yıkamadan televizyonun üstünde ki parayı aldı.Üstüne birşeyler geçirirken eşi,
"Nereye Halil?" dedi.Cevap vermedi.
"Altılı oynayacaksın değil mi?"
"Evet" dedi.
Bu kez kadın çok kızmıştı.Lanet olsun bu adama dedi içinden.Çocuğunun süt parasına kumar oynayan bir adamla mı evlendim ben?Yok yok bu kadar da olmaz.
........
Öbür tarafta Halil soğuk havada elleri ceplerinde ağzından buhar çıkarak yürüyordu.Bir sigara yaktı.Vijdanı ve içindeki umudu savaş halindeydi.Ya tutarsa diyordu umudu, nah tutar diyordu vicdanı.Sen bakmaya kıyamadığın çocuğunun süt parasına kumar oyna sonrada şansın senden yana olmasını iste.Yok yok bu kadarı da terbiyesizlik.Düpedüz kumarbazlık.
Kumarbazlık değildi be ..Çaresizlikti.Ayazdan mı dertten mi gözleri yaşardı.Ay sonuna 15 gün var daha .Cepte para yok.Elektrik faturası geldi.Su, gelmek üzere.Kredi kartı borcu boyumu aştı.
Hırsızlık yapan adamla, işinde gücünde normal bir adamın arasında ki ince çizgideydi aslında.İşte böyle yapıyordu hayat insanı.Yaşamsal ihtiyaçlar için suçlu olunabilirdi belkide.Sigası bitti.Kahve göründü.Sobası yanan tahta sandalyeli mekana girdi.Tanıdık yüzlerle selamlaştı.Konuşacak hali yoktu.
Bir çay söyledi ayıp olmasın diye.Bir sigara daha yaktı.1.5 liralık altılı oynadı.Biraz daha oyalandı çekti eve gitti.Kahve üstüne üstüne geldi
Karısı oğlanı uyutmuş oturuyordu bir başına.Pek konuşmadılar.
"Oynadın di mi" dedi kadın "evet" dedi.İfadesiz bir ses tonu ile.
Bir süre sonra kanalı değiştirdi oynadığı yarışın başlamasına biraz daha zaman vardı.
İçi daraldı yine..Karısına "bak dedi bundan sonraki yarışta 7 numara kazanırsa yaşadık, ben kahveye gidiyorum sen izle ben de oradan izleyeceğim.Duramıyorum sıkıldım burada"
Karısı çok kızgındı.Fakirin ekmeği işte umut.Ne diyeceğini şaşırdı adama bişeyler kekeledi kızgınlıkla ama anlaşılmadı.Zaten Halil çıkmıştı bile o sırada.
Kadın evde Halil kahvede televizyon açık ,gözler umutsuz, kalplerde acı,dillerde dua öylece bakıyorlardı.Böyle zamanlarda ne düşündüğü de belli olmazdı insanın.Karmakarışık öylece bakıyorlardı işte.Yarış başladı, her yarış gibi.
Zaman geçtikçe Halilin dediği at hızlanıyordu.Ha babam de babam."Hadi kızım koş kızım" diye bağırınırken buldu kadın kendini.Zengin babanın 1.5 liralık atyarışına muhtaç olan mutsuz kızı..
Halil de kahvede heyecanla bekliyordu.Kaybederim diye bağıramıyordu bile sık nefesler alarak izliyordu yarışı.Bir ara film koptu.Bi şeyler kaydı , tam algılayamadı Halil.Ama galiba favorisi birinci gelmişti.
Koşar adımlarla eve gitti.Boynuna atladı kadın.Halil şimdi anladı kazanmıştı.Birbirlerine sarıldılar zıpladılar çocuk seslerine uyandı.Gözlerini ovalayarak anne ve babasına bakıyordu.Kadın bir an durdu."Halil 1.5 liraya ne kazanılır ki?" dedi.Halil bir daha sarıldı karısına "o belli olmaz "dedi.
1.5 liralık altılıdan 2.800 lira kazanmışlardı.
Rüya gibiydi.Gerçi served değildi ama paraydı işte.
Halil 800 lira ile borçlarının bir kısmını kapattı.2.000 lirayı aldığı gibi sevgili karısının yanına geldi."Al hatun "dedi."senindir, ne istersen onu yap" kadın çıldırdı sevinçten.
İki gün sonra paradan eser yoktu ve aybaşına daha on gün vardı.
Şimdi ne mi yapıyorlar iki gün didişip, üç gün barışıp aysonunu bekliyorlar.

Salı, Ocak 24, 2006

PALLASD BLOGSPOT NOKTA KOM İFTİHARLA SUNAR!

Çocuğun Süt Parasına Altılı Oynayan Adamın Gerçek Öyküsü Yakında Bu Blogda.......

Cuma, Ocak 20, 2006

Dandini Dandini Dastana Pallas Harikalar Diyarında

Dokunduğum herşey toz haline gelip kayboluyordu.Uzun ve geniş bir yol önümde uzanmıştı.Oradan yürümekten başka çarem yoktu.Göz alabildiğine uzanan yolun sağında solunda boşluklar vardı ve hiçbiryere gidiyordu.Oysa yol bilinmezde olsa bir yere gidiyordu.
Yürümeye başladım ağır ağır.Görünen o ki yolum uzundu, aceleye gerek yoktu.Beyazımsı bir renk ağırlığı etrafta, sis desen sis değil, duman desen duman değildi.Sanki filmlerde esrarengiz olsun diye püskürtülen dumanlar gibi.Üzerimde siyah kazağım, kot pantolonumla bu renksiz ortamda hayli renkli duruyordum.
Ellerim ceplerimde yürümeye devam ettim.
Ne kadar yürüdüm bilmiyorum artık sıkılmıştım.Buraya nasıl ve niye düştüğümü bile bilmiyordum işte..Yürüyordum tam koşmaya hazırlanıyordum ki karşıdan gelen bir bisikletli gördüm.Ohhhh dedim sonunda bir insan..Bisiklet hızla yaklaşırken üstünde kimin olduğunu seçmeye çalışıyordum.İlk seçebildiğim şey bisiklete binmiş yeşil bir kurbağaydı.Galiba bana bir yerde içinde uyuşturucu olan bişey vermişlerdi.İnsan uyuşturucu alınca böylemi olurdu acaba.Kendimi çimdikledim canım yandı.Üstelik bunu kurbağa görmüştü.Bisikletini tam yanımda durdurdu.
-Ne o? dedi, bisiklete binmiş kurbağa hiç görmedin heralde? sesi bozulmuş gibiydi hafifde azar vardı tonunda.Lavahle çektim içimden.
"Yok birader ilk kez milli oluyorum sahi bacakların pedala nasıl yetişiyo ?"desem çok mu kızardı acaba.?
Bisiklete binmiş bir kurbağa görmediğim gibi kızgın bir kurbağa da görmemiştim.Ya kızdığında çok kötü oluyorsa.Temkinli olmakta fayda vardı.Ne de olsa deplasmanda sayılırdım.
-Yo ondandan değil dedim.Uzun zamandır yürüyordum bir den siz hızla gelince korktum aniden ondan şaşırdım dedim.
Kurbağanın sesi meydan okur gibiydi.
-Ha! bilelimde.!! Bak benim adım Kazım dedi.
Karizmatik durmaya çalışır gibi bir hali vardı.İçimden kahkahalarla gülmek geldi.İçim şöyle bir kaynadı ama tuttum.Gülmedim.
-Adın ne dedi?
-Pallas dedim.
-Pallas mı? o nasıl isim öyle dedi, bıyık altından hafifçe güldü.
"Ebeninki dedim.Ben bisiklete binmiş kazım isimli kurbağaya yorum yapmıyorum adamda ki....adamada ki mi? tövbe tövbee..kurbağada ki havaya bak!"
Neyse sustum.
-Öyle olmuş ne yapalım dedim.
-Dur şimdi pallas mısın dallas mısın neysen dinle şimdi beni..
"ulan ananı!!!...dallas mı kaldı lan? bu kesin Kuşum Aydın'ın programınıda izliyodur.Nerdeyim ben yaaaaaaaaaaaaa....
-Adımla dalga geçme yeşil Kazım abi dedim.
Çenesinin altı kabardı.Kaşları olsa kesin çatılırdı.Ama gözlerinden siniri barizdi.
-Bak dedi sana iki lafım var edip gideceğim.Sinirimi bozma siğil atarım.
Şimdi sen buradan doğru devam et karşına bir yol ayrımı çıkacak ,o anda kendini dinle hangi kolun sızlarsa ,kolunun sızladığı o yönden yürü.
-Peki dedim.Ne olacak sonra?
Ters ters baktı cevap verme gereği bile duymadı.Bisikletin pedalına asıldığı gibi gözden kayboldu.
Çaresiz yola koyuldum, biraz yürüdükten sonra gerçekten yol ikiye ayrıldı.Yeşil kazım abi doğru söylemişti.Tam bunu düşünürken kolum sızladı ve o yöne doğru yürümeye devam ettim.Bu arada kanat sesleri duyuyordum ama başımın üstünde kuş göremiyordum.Birden bire ayaklarımın dibine bir maket uçak düştü.
Nerden geldi diye bakınırken maket uçağın kapısı açıldı ve içinden minnacık bir kadın çıktı.
-Bir daha uçmayı denersem en adiyim diyordu kendi kendine.
Başını kaldırdı beni gördü.Çok sevimli görünüyordu.Sarı kıvırcık saçlı kara gözlü tombul yanaklı bir kadıncıktı.
-Selam dedi.Sen pannak mısın?
-Adım Pallas dedim.
Küçük kadın utandı yanlış söyledği için.. Bu Kazım kadar ukala değildi, en azından utanabilmişti.
-Benim adımda Heybet dedi.Kusura bakmayın adınızı ilk kez duyuyorumda ondan şeyettim.
-Sorun değil dedim.
Heybet mi?!!! Ha ha ha ha ha ha ha ha! İşte bu iyiydi.İçim kaynadı yine ama küçük kadının nezaketi yüzünden tuttum kendimi .
-Siz birden bire nerden düştünüz önüme Heybet Hanım dedim.Uçak sesi duymadım hiç.
-Olur mu o kadar gürültülü çalışır ki bu uçak inanamazsınız.Ama emekli olunca kendine daha iyi bir uçak ve yakışıklı bir pilot alacağım dedi.Kıkırdadı.
Sonra toparlandı hıh hımm dedi boğazını temizledi.Kanat sesi duymadınız mı?
-Ama onlar kuşların kanat çırpma sesiydi???
-Kuş mu o da ne?
Alllahıımmm neresi burasııı?
-Tamam Heybet Hanım aklım karıştı biraz neyse boşverin.
Zaten o da üstünde durmadı.
-Çok kısa bir yürüyüşten sonra bir ağaç kovuğu göreceksiniz.Onun önünde bekleyin sizi karşılayacaklar.
Peki dedim yine çaresiz.Arkamı döndüm yürümeye başladım.
-Ha Pallas! diye seslendi. Döndüm baktım.
-Koşmayı denemeyin yolunuz mesafeye değil zamana endeksli.Birşey değişmez .
Başımı olur gibisinden salladım.Acaba bu küçük kadın bana felsefi bir mesaj mı vermek istedi diye düşündüm.
Lan yoksa burası "Sofie'nin Günlüğü "mü lan.? Azına sıçiimmm nere lan bura??
Kısaa bir yürüyüşten sonra ağaç kovuğu göründü.Karşısına geçtim ve durdum.İçerden bir ses "gel buraya" dedi.Nereye gelecektim ki?Ses içimi okumuştu."Kovuğa giirr"
Artık sinirlenmeye başlamıştım.Ama çaresizdim.Kovuğa doğru adım attım kovuk büyüdü büyüdü kapı oldu.İçeri girdim..Etraf aniden renklendi.Derinden bir müzik sesi geldi.İlk kez tahminim tuttu bu kovuk kesin rustik döşenmiştir diyordum ki beklediğim şeyi gördüm.Ortamda herşey rustikti.Ama derinden gelen ses Guns 'N Roses dı galiba...Kulak kabarttı.Evet onlardı nerde olsa tanırdı.Bu garip yerde bile..
Bu arada kovuğun içindeki rustik odanın başka bir kapısından önünde mutfak önlüğü olduğu halde, şık giyimli bir adam çıktı.
-Hoşgeldin Pallas dedi.
Nihayet biri adımı doğru söylemişti.Gülümsedim sadece artık korkmaya başlamıştım.
-Korkma dedi.Macera bitti.Çok kısa bir zaman sonra kendini ait olduğun yerde ve iyi hissedeceksin.
-Peki dedim..neydi bu yaşadıklarım.Mutfaak önlüğünü çıkarıp kütüphanenin dolap kapağına astı.Önlüğü çıkarttığı yerin, yani karnına denk gelen yerin içini görüyordu.Az önce çiğnenip yutulmuş üzümlü olduğunu sandığı kek ve biraz sıvı vardı.O da çay olmalıydı.
-Iyyyyyyyy iğrenççç..dedi içinden.
Adam bunu da anlamıştı ama anlamazlıktan geldi.Nasılsa bir daha karşılaşmazlardı.
Sorunu yanıtlayalım istersen.Bu yaşadığın bir düş.Akşam yemeği fazla kaçırdın ve abuk sabuk şeyler görüyorsun.Bizi de huzursuz ediyorsun.Dua et bu yazıyı yazan senin düşünü anlatmaktan sıkıldıda işimiz uzamadı.Hoş yazan da çok akıllı değil ya.Neyse işte birazdan uyanırsın sanıyorum.Çişin gelecek çünkü.
Geldi bile.Rüyamıydı.Harbiden mi lan.?Çişim de var şimdi gözümü açınca bitecek mi bu salaklık? Gözüm acık değil mi?
Gözün kapalı olum Pallas da başka yerin açıkta kalmış senin.Hadi kalk işe de bitsin bu rezillik.

Perşembe, Ocak 19, 2006

Önce içinde gereksiz yere büyüyen özlem rahatsız eder.Sadece itirafını duymak bile rahatlatabilir.Bu gizemli yokluk, mahrum ediş, nereye kadar devam eder.Böylesine derinden gelen bu adı konmayan susuzluk ne zaman biter?Bir itirafın belki de ima etmenin ucunda.İşte o vakit dinecek bu sancı.Gizem bitecek dizginler ele alınacak.Çok da uzun sürmeyecek kısa ama çetin bir zeka oyunu başlayacak.Deftere eldekiler yazılacak.Arzulardan çıkarılacak..Eşittir ,sen işine bak aklın karışmasın elde edilecek.Sonra zeka maçı bitecek ya da biri kendini oyundan gönüllü çekecek .Sonsuza dek sürecek hayranlık, özlem ve saygıyla karışık el sıkışıp yola çıkılacak.Herşeyden daha çok emin olunan bu gizli aşk diğer gizli aşkların yanına yerleşecek.Yaşayanı hatırladıkça içi heyecan ve gururla dolacak. O da hayattaki misyonunu yerine getirecek.Söylenemeyen ama ruhlara iyi gelen. kendine bile itiraf edilemediği için adı dahi olmayan zavallı, azametli, haşmetli,itilmiş ama kendi kulvarında hep galip keşke ile başlayıp, sonra kıyamayıp iyiki ile biten cümlelerin gizli öznesi olacak..

kimyasal atıklar ,kadın beyni,homoları içeren söz salatası

Yanında kimyasal bir atık olduğu halde uyandı o sabaha..Bu kadının nesi vardı sahi?Ya da kadınların nesi vardı? Her kadın onu karısı gibimiydi acaba? Kafasında bir sürü soru vardı ama bunlar kafasında olması gereken sorular değildi.
Doğru sorular şunlardı, hedefleri tutturabilmesi için gerekli ödenek ve personel desteği sağlayabilecekmiydi?.Onaylanan bütçe taslağı eksiksiz uygulamaya konulabilecekmiydi.?Personeli motive etmenin başka ne yolları olabilirdi.?Acaba bu ayda mı araba almayı erteleseydi yoksa karısına ne zamandır almak istediği hediyeyi artık vermenin vakti gelmişmiydi.?Hem ticari hem romantik nasıl düşünülebilirdi?Gelecek aya planladıkları operasyon için bütçe ayarlaması nasıl yapılır, standartlar korunarak ek masraflar nasıl karşılanabilirdi.?
Kafasında olması gereken bunlar iken şu soğuk algınlığından kıvranan kadının süs merakı yüzünden yıllardır kimsenin çözemediği kadın mantığı çözüm teorileri dolaşıyordu.
Anlamıyordu, böylesine soğuk almış bir bünyede tarz değişikliği yapma fikri nasıl barınıyordu? Bunun normali eve girdiği anda yatağa iki seksen uzanıp( niye iki seksen denir onu düşündü bir an, sonra bunun konumuzla ilgisi yok dedi kendi kendine) dinlenmesi ,ilaç almasıydı.Ama berber koltuğunda iki saat harcayıp kara saçlarını sarıya çevirmek için zaman harcaması akıl alır gibi değildi.
Yakışmıştıda hani.Güzel olmuştu olmasına da bu nasıl bir beyin salgısıydı ki ölürken bile güzel olmayı düşündürüyordu.
Kafasına o kadar kimyasal işlem yaptırana kadar dinlense bugün atık gibi uyanmazdı.Bak işte acı çekiyordu.Ve eşek gibi işe gitmeliydi.Şimdi o kadar cevaplanması gereken soru içinde bir de bu kadını düşünecekti.Deli kadını..Sağı solu belli olmayan onu hep şaşırtan kadını..
Akşam eve dönerken aradığında sesi kötüydü."bişey lazım mı geliyorum ben " dedi. Kadında "yok hazırlarım ben hemen bişeyler " demişti.Oysa işten çıkalı çok olmuştu ve saat erken bir saat sayılmazdı."yeni mi geldin eve "dedi adam. "Evet" dedi kadın.Pek alışkanlığı değildi bu kadar dışarda oyalanmak diye düşünürken berber geldi aklına. "yine mi berberdeydin " dedi adam."evet "dedi suçlu bir sesle.Adam,"yine naptın saçlarına?..."Immmmm hatırlamıyorum, kendime geldiğimde evdeydim " dedi.Mahcup, hınzır ve hasta bir ses tonuyla..Adam tutamadı kendini güldü."Nnnn'aptın peki bu kez ?" dedi.Kadın " bilmiyorum" dedi telaşla.Adam yine tutamadı kendini güldü."Peki... ben gelip bakayım o zaman"
Geldi baktı sarışın hoş bir kadın vardı evde.Ama yüzü muşmula gibi karışmıştı gripten.
Sonra, bu sabah "kimyasal atık" gibiyim diyen karısına şefkatla bakarak uyandı.Hazırlanıp işe gittiler.
E be kadın ne vardı sanki şu halde iken süslenecek.Patladın mı iki gün sonra yaptır.Ya havle! Ne zaman anlayacaktı bu kadın mantığını , niye hiç onlar kadar düz düşünemiyorlardı.Hastaysan yat..Acıkırsan ye..
Çok basit.Bu kadar anlaşılmaz olmak zor olmuyormuydu acaba?
Sonra güldü kendi kendine "sen" dedi "böylesine karmaşık beyin yapısı olan bir varlığa aşık olduğun için şükret be oğlum.Yoksa homo olurdun alimallah......"

Salı, Ocak 17, 2006

Ben Grip Oluyorum,Ateşimmm çıkıyoooooo

".........bir acı gurbet türküsü gibidir yaşamak ah böyle yaşamak, varsın olsun yine de güzeldir yaşamak ah yaşamak....."
Sanırım hüzünlü bir yazı bekliyorsunuz ama değil.Aslında nedir peki derseniz ona da cevap veremem.İçimden bu şarkının sesi yükseliyor, hep bunu söylemek istiyorum.Ve itiraf ediyorum ne yazacağımı halen bilmiyorum.İki şey biliyorum bu şarkıyı hep söylemek istiyorum ve çok fena yazım geldi..Bakalım ne çıkacak? Belki siz okumadan ben bu yazıyı silerim bile.
Bu şarkı içimde öyle bir duygu uyandırıyor ki, hani karakışlardan sonra baharın ilk sabahına uyanırsın, çiçekler dallarında patlamaya hazır tomurcuktur daha, güneş uzun zamandır ilk kez bu kadar ısıtmıştır içini, badem ağaçları bembeyaz gelinler gibi bezenmiştir ve hep içinden son donu yapmasa bu çicekler kurumasa bari dersin.Ya da ne bileyim önemli bir sınava hazırlanmışsındır aylardır o gün gelip çatmıştır sınav bitmiştir.Kapıdan çıkmışsındır ve az önce girdiğin kapı ile çıktığın bir değildir sanki..Aslında aynı kapıdan başka bir mekana çıkmışsındır renklerin daha net seçildiği trafiğin bile tatlı geldiği elin cebinde yürümek istediğin, taşa tekme atmak istediğin ,kuş gibi hafiflediğin bir mekan..Ya da uzun süre ayrı kalmak zorunda olduğun sevgilini beklediğin ve onun sana doğru yürüdüğü, hasretin bittiği o an..
Bu durumlarda o kadar ince bir yerdesindir ki az önceki yılgınlığa da hakimsin az sonra ki yeniden başlangıca da..O kadar ince bir çizgidir ki bu , buz gibi deniz suyunda aşağılardan gelen sıcak kaynak suyu ile mest olmak gibidir.
İşte bu şarkı ben de bu duyguyu yaratıyor.Ağlamakla gülmek arası bir şeyler.Ne güzel yazmış yazan , sanırım Çiğdem Talu ..Yanılıyorsam özür dilerim.O'nun, Melih Kibar'ın ruhu şad olsun.İşte sanatçı olmak böyle bir şey demek ki.Sana, his- ettirmek...Seni bir ruh haline sürüklemek.
Konumuza dönecek olursak bugünlerde böyle hissediyorum.Bu iki duyguyuda aynı anda hissedebilmek hoşuma gidiyor aslında.Yaşanan onca şeyin içinden kendime oyun gibi bellediğim çıkarımlar yapmak."Bak bu çok üzdü, bu çok sarstı, bu durumda şöyle bir hareket planı yapmalı" demek.Şimdilerin popüler deyimi ile kriz yönetebilmek...
Ya da mutluluğu dibine kadar yaşamak,dünyalar güzeli yeğenimin çiçek tomurcuğu gibi , köfte gibi ,dudaklarından öperken mest olmak.Ufacık yüzünü avuçlarımın içine hapsedip suratını izlemek,poposunu ısırıp onun kahkahalarını dinlemek.Omzumda uyurken kokusunu içime çekmek..
Yani her yaşadığım duygunun ayrımını yapmak hoşuma gidiyor sanki "faideyi maksimize" ediyormuşum gibi geliyor bana.
Acaba 30 lu yaşların getirdiği birşey mi bu ne dersiniz? Kendini tanımak,ne istediğini bilebilmek ve genç bir insan olduğun için bu bilinçle durum yönetmek,duygu yönetmek,iş yönetmek, insan yönetmek..
Bir şey diyeceğim..
Saçmaladım mı?
Olsun saçmaladıysam saçmaladım.
Bu benim blogum ne istersem onu yaparım.
Aslında bu yazının içinde ayrı ayrı yazılacak bir kaç şey farkettim yazarken.Belki onlar için başka şeyler ya da o konularla ilgili öyküler yazarım.Şimdiden belirteyimde hatun kendini tekrara başladı demeyin.

not: title'ın yazının konusuyla ilgisi yok durumumdan haberiniz olsun diye yazdım..

Cuma, Ocak 06, 2006

Sahibini Bilen Name

Açık su yeşili tabana doğru daha da koyulaşarak renk geçişli boyanmış odanın duvarının önünde koyu yeşil kadifeden bir çift berger koltuk duruyordu.Tam pencerenin önünde duran bu koltukların arasında bir de masa yerleştirilmişti.Masanın üzerinde ,sarı cam bir vazo içinde mimozalar vardı.Bir çift koltuğun dışında bir kitaplık bir yazı masası, bilgisayar ve bir yatak vardı.Yerde parkenin üzerine atılmış koyun postunu andıran bir halıcık vardı.O da koltukların renginde koyu yeşildi.Odanın geneline huzur hakimdi.
Bu sessiz ve dingin odanın kapısı açıldı Şehnaz içeri girdi.Bu oda onun sığınağı idi.Kitabını burada okur, dersini burada çalışır araştırmalarını burada yapar bazen çok kullanmasada, yatağına gitmeye üşenir bu yatağa kıvrılır uyurdu.
Yazı masasına yöneldi ordan birkaç temiz kağıt çıkardı.Dolmakalemini aldı, yazı klasörüne düzgünce temiz kağıtları yerleştirdi, dolmakaleminin mürekkebini kontrol edip pencerenin önündeki koltuğa yerleşti.Bu kez bilgisayarda değilde kendi el yazısı ile yazmayı tercih etmişti.Çünkü O'na gösterdiği özeni ancak bu şekilde hissettirebilirdi.
Şehnaz bembeyaz sayfaya ilk şu cümleyi yazdı. "Beni yanlış yorumladın" sonra devam etti.
"Beni yanlış yorumladın dostum.Ben senin kırıldıklarını sana söylerken, yada bir başkasına aslında söylemek istediğiminde ardında başka şeyler de söylemek istiyordum.Bu kadar karmaşık mı dile getirmeliydim? Belki hayır, belki de evet.Sonuçta bu bir uslüp meselesi.Aynı duyguları aynı anda hissetmemiz çok güzel ama hissedemediğimiz zamanlar daha da güzel.Her baktığımız ayrı pencere bizlere yeni düşünce boyutları katıyor zira.Hayatım boyunca biraz çıkıntı olmanın,biraz muhalif olmanın gerekliliğini savundum.Ailem dışında hiçkimsenin gerçekte ne düşündüğünü önemsemedim.Bu , benim onlara gösterdiğim saygısızlık değildi bana göre bu benim kendime olan inancımla ilgiliydi.Çünkü yastığa başımı koyduğumda bana seslenen o ses, her kimin sesi ise (benim bizzat kendi sesim ya da vijdandan dublajlı başka bir ses) çok konuşmuyor sadece gülümsüyorsa sorun yoktur.Niyetim iyiyse bir gün mutlaka anlaşılacağımdır, kendimi anlatmak için çok da uğraşmam aslına bakarsan.Çünkü keşif dediğin ağır ağır olur pat diye olmaz.Aslında sen benim bu ortamda inanabildiğim güvenebildiğim,beni anlayacağını umduğum tek insansın.Yaptığın zekice esprilerde,gözündeki farklı ışıkda,içtenliğinde ve sır tutma konusunda ki becerinde herşeyde bunu hissedebiliyorum.Her ikimizinde kafasında olan çatlak bizi bize yaklaştırıyor ama senle belki de en önemli farkımız benim kafamda ki çatlaktaki yarığın daha geniş olması.Birazda ifade tarzım daha farklı.Ama inanki ben seni çok seviyorum.Şundan emin olmanı isterim ki ben söylediğimin dışında bişey demem dediğimin dışına da çıktığım pek görülmemiştir.
Çelişincede çeliştim derim.Yani bu kadar kıvranmamın sebebi olabildiğince dürüst olmaya çalıştığımı anlatmak.Ama yazarken insan başka bişey oluyor ve alt beyninde kayıtlı herşey başka bir kurgu ile başka başka şekillere giriyor.Ve dur bir dakika bunu yazmamalıyım diyemiyorsun parmaklarından kaçıveriyor herşey.Düşünsene aklımızdan dile dökülse ne kıyametler kopacak nice şeyler geçerde biz hiç olmazmış gibi davranırız.Bu durum onun gibi bişey işte dostum.
Beni kendi düşünce ve durum platformumda yorumla ve öyle sev.Görmediklerini gördüğünde daha çok seveceğini biliyorum.Daha fazlasını sen bu mektubu okuduğunda konuşuruz.Konuşmamız gerekirse tabii.
Herşey gönlünce olsun
Sevgilerimle...."
Yazdı.Son noktayı koydu.Yazıyı şöyle bir gözden geçirdi.Zarfa koydu adresi üzerine yazdı.Aslında mektubun sahibi iki sokak ötede idi ama ona gösterdiği özeni hissettirmek için böyle emek verilmiş birşey yapmak istedi.Gitti mektubu postaya verdi.Aslında mektup yazmayı özlemişti.Arasıra yapsamıydı acaba?
Sonra tekrar eve , odasına geldi.Bu kez bilgisayarını açtı , araştırma konusu ile ilgili raporlamalara başladı.Arkadaşının zarfı açarken ki yüz ifadesini düşünüp gülümsedi ister istemez.
Diline Orhan Babanın şarkısı dolanmıştı "hatasız kul olmaz hatamlaa sev beniiii"

Perşembe, Ocak 05, 2006

Elli ellibeş yaşlarında mutsuz bir adamdı.Mutsuz olması içinse oldukça geçerli sebepleri vardı.
Genç yaşlarında görüp aşık olduğu kız ile evlenmiş, daha evliliklerinin kırkıncı gününde kavga gürültü başlamıştı.Ata erkil yetişen ve lider karakterli genç adam ile başına buyruk genç kadının kumaşları tutmamıştı.Aslında aşıklardı birbirlerine.Birbirlerini film artistlerine benzetirledi. "bak anne gelinin aynı Muhterem Nur" , "Sen de aynı Kadir İnanır'sın"...
Ama baskın karakterler bu aşkı da baskılıyordu.Sonra yaşadıkları kentten İstanbul'a taşındılar.Henüz ilk bebekleri bir yaşında idi.Bir yaşında güzeller güzeli bir kızdı.İstanbul'da yaşam ilk aylar iyiydi.Yeni şehrin havası onlarıda bir süre sarhoş etmişti.Sonra geçim sıkıntısı iş güç,iş kurmalar,iş büyütmeler,iflaslar,yeniden toparlanmalar arasında yıllar geçti.İkinci kızlarıda doğmuştu bu arada.O kadar düşkündü ki adam kızlarına ,bazen çocukları uykuda iken sesizce gider onları sağdan sola çevirirdi."Belki" derdi "yorulmuştur o tarafları,uyuşmasın yazık uykuda bilmez çocuk".O kadar düşkündü evlatlarına.Ama İstanbul'da kız babası olan bir anadolu erkeği için oldukça da baskı yapardı kızlara.Bazen kantarın topuzunu kaçırırdı hani.Tek derdi kızlar heba olmasın okusun iyi bişey olsundu.Büyük kız İstanbul'un iyi kolejlerinden birine başladığında ufaklık ilkokula gidiyordu.
Kavga kıyamet hiç eksik olmuyordu evlerinde.Bu kadar mutsuz bir ailede bu kızlar sanıldığından daha sağlıklı yetişiyorlardı.Babaları kızlarının asil kanına verirdi hep bunu.
Kadın sık sık evini terk edip babasına gider kızlara gelir babaanne bakar.Baba gururndan bir süre aramaz bir süre sonra tekrar birleşirlerdi.Artık birbirinden nefret eden iki insan vardı evde.Adam yine de kıyamazdı karısına."Ben derdi çok zor bir adamım, benim kahrımı bundan başkaası çekmez" Ne zaman annesi eleştirse gelinini hemen karşı çıkar laf ettirmezdi.Ama kaafası kızınca da ne dediğini bilir ne vurduğunu farkederdi.Hoş hiçbir yeri morarmamıştı kadının bugüne kadar.Ah şu kadın biraz daha idareci olsa, birazda kendine bakmayı bilseydi ne iyi olurdu.Kadına göre de adaam hep yoklukla terbiye etmişti bunları ,yoktu ama bir tatlı dili olsaydı.Kızlar bazen ciddi ciddi bu anlaşmazlığın ilk ne zaman kim yüzünden başladığını konuşur, tavuk mu yumurtada yumurtamı tavuktan misali işin içinden çıkamaz vazgeçerlerdi düşünmekten.Bazen boşansalarda kurtulsak artık derlerdi.
Bu arada büyük kız üniversiteye başladı.Başladığı 2.yıl hocasına aşık oldu.Hocası da ona.Evlendiler en kısa zamanda...Damat iyi çıkmıştı.Soylu ve terbiyeli bir çocuktu.Kayınpederini de kayınvalidesini de idare etmeyi biliyor saygıda kusur etmiyor her ikisi ile de iyi geçiniyordu.
İlk çocukları doğduğunda anne kızın evine daha sık gitmeye başladı.Genç kadın çalışıyordu ve bebeğe ancak enne bakabilirdi.Küçük kız kardeşte yeğenlerini bırakamıyor ama baba eloğluna ayıp olur diye haftada bir bazen iki haftada bir gidebiliyordu.Ama kızlarına duyduğu düşkünlüğün on katı torununa düşkündü.
Büyük kızın ikinci bebeği doğdu.Bu arada kadın evdeki geçimsizliği de fırsat bilip daha çok kızın evinde oyalanmaya başladı.Bu arada torun torba sahibi çift hala fırsat buldukça kavga ediyordu.
Bir gün adam eşinin ve küçük kıznın evde olacağını umduğu bir gün eli kolu dolu halde eve geldi .Kapıyı açan olmadı.Anahtarla girdi eve yiyecek poşetlerini zorla yere bırakıp.Baktı ev herzamankinden boş geldi ona.Şöyle bir dolaştı eksilen eşyalardan ve götürülen giysilerden terkedildiğini anladı.Bir an öylece kaldı ,sonra içi yandı,yalpaladı ve s o günden sonra hep içinde olacağı büyük yalnızlık çukuruna yuvarlandı..
Günlerce bekledi.Gururundan arayamadı.Sadece çay ve sigara ile hayatta kaldı.Uyumadı, düşündü,oturdu, yürüdü,düşündü,uyumadı, ağladı,öfkelendi..Evet diyordu hatam var ama kızlarım..onlara ne yaptım.Torunları da özlemişti hem de nasıl..
Sonra bir gün onuru özlemine yenik düştü ve kızı aradı.Kız eşini bebelerini ve kızkardeşini alıp babasını ziyarete geldi.Ağladılar, birlikte sohbet ettiler ama hiç durum hakkında konuşmadılar.
Sonra çekip evlerine gittiler.Anne ayrı ev tutmuş büyük kıza yakın başka bir yerde oturmaya başlamıştı bile.Sonra ki günlerde mahkeme celbi geldi boşandılar.Boşanırken kadın kocasının nesi varsa aldı elinden.Ne de olsa işsiz ve mağdurdu.
Adam memleketine yaşlı annesinin yanına döndü.Birlikte yaşamaya başladılar.Ama bu terkedilmişlik onu bitiriyordu.Çünkü kızlarda tuhaf bir şekilde uzaklaşıyordu babalarından.Hiç değilse kızları ve torunlarını rahatça görebilme özgürlüğü olsaydı.
Bir gün bu yaralı adamın kalbi bu kadar derde dayanmadı ve bir kalp krizi geçirdi.Günlerce yoğun bakımda yattı.Haberi alan kızlar koştu geldi.Adam hastaneden çıkınca küçük kızkardeşinde kaldı bir süre.Kızlarıda yanında.Sarıştılar,koklaştılar hasret giderdiler adam kendini o mutlulukla hızlıca toparladı.Ama sayılı gün çabuk bitmiş kızların dönme vakti gelmişti.
Sıkı sıkı sarılıp vedalaştılar.Adam annesi ile birlikte evine döndü.Kızları onu arıyordu.Kendini daha iyi hissediyordu artık.Bir süre sonra kızların ve torunların hasreti depreşti tekrar..Zaten kalbini göstermek istediği bir doktor arkadaşı vardı İstanbul'da bunu da bahaane bilip çocukları görme programı yaptı.Kızını aradı "gelmek isyorum bayramda yakın bahanesi olur müsaitmisiniz?" diye sordu.İçinden de bedeninden olanla yaşadığı mesafeli yakınlığa şaşıyordu.
Kız "çok iyi olur baba çocuklarda seni istiyor gel tabi"dedi.Hatta büyük torunu dedesi ile konuşturdu.
Adam mutluluktan coştu.Hemen kızlara torunlara birşeyler aldı.Tatlılar börekler açtırdı.Aldıkları yetmedi torunlara bir çift ayakkabı almak istedi.Ama bu keratalar o kadar çabuk büyüyordu ki ayak numaralarını sormak lazımdı.Kızını aradı.Telefona damat çıktı.Bayramda müsait olmadıklarını , dolayısı ile ayakkabı için zahmet etmemesini söyledi.Önce anlamadı kızını telefona istedi.Müsait olmadığını söyledi damat.Sesler birbirine karıştı, kafası büyüdü, küçüldü,anlam veremedi olanlara.Ne olmuştu şimdi?...
Kızkardeşler,yeğenler hep yanındaydı herkes öylece dondu kaldı.Abilerinin mutluluğunun toz olup ufalanmasını izliyorlardı.Ağlayanlar oldu aralarında..Uzun bir şaşkınlık döneminden sonra toparlandılar.Hemen faydası olmayacak tesellilere başladılar.Olmadı olmayaacağını herkes biliyordu.O gün o şok tüm aileyi sarstı.Koskoca adamın oturduğu yerde nasıl acı çektiğini izlemek oldukça güçtü.
Sonraki günler artan acılarla geçti.Yaşlı annesi içinde öyle.Yaşadığı psikolojik travma yüzünden geçirdiği sinir krizleri sırasında annesini de üzdü.Sigaraya aynı hızla başladı.Geçenlerde yeğeni ile konuşuyordu."çok yalnızım kızım" dedi."çok sıkıntılıyım" sen burada olsaydın dertleşirdik belki" ..Üzülme dayıcım dedi kız.Canın sıkılnca atla gel.Ben seni seviyorum.İçinden kızlarında seviyor bu sebepsiz ayrılık biter bir gün mutlaka dedi.Ama seslendiremedi düşüncelerini daha fazla üzmek istemiyordu.
Bir katili,hırsızı,psikopatı yargılarken geçmişte onu böyle yapan şartlara bakmak lazımdı.Sonuçta herkes anaasından masum doğuyordu ve yaşam kirletiyordu herkesi birazda olsa.Şimdi bu adam içinin ateşini dengesiz hareketlerle dışa vuruyor olur olmaz kişiye küsüp alınıyorsa acaba fantazi olsun diye mi yapıyordu.Ne olmuşda olmuştu? o ,kızları, karısı buaralara nasıl gelmişti.Bu parça parça haytın faturasını kim ödüyordu.
Her iki çocuğuda hasta olduğu için sürekli tedavi görmesi gereken büyük kızı mı? Babasını eşi ile tanıştıramayan babasızmış gibi evlenen küçük kızı mı?Yalnız yaşamak zorunda kalan eski eş mi? Tüm bunları düşünerek yaşlı haliyle birşey yapamayan seksenlik anne mi?
Fatura kime yazılsındı.Bu hayat ne biçimdi sahi.? Bu işin denge noktası ne idi..?

Pazartesi, Ocak 02, 2006

Emre yüreğinin üzerinde kara bir taş olduğu halde nasıl olupta Viyana'ya gelmiş olduğuna hayret ediyordu.Son zamanlarda kendi kendine sık sık tekrarlıyordu."Yüreğimin üstünde kapkara bir taş var."Nefes alamıyor,yemek yiyemiyor,düşüncelerini bir noktada toplayamıyordu.Ne yapsa nereye gitse kurtulamıyor bu hal onun peşinden her yere geliyor.uykuda bile rahat vermiyordu.Hoş son zamanlarda uyuduğu da pek söylenemezdiya.
Zeynep'ten ayrıldığı gün en yakın arkadaşına gitmiş orada içmiş içmiş ağlamış ve demişti ki "aileden biri ölmüş gibiyim, bundan sonra hiçbirşey eskisi gibi olmayacak" Olmayacaktı elbette.Yıllarca iki gözü ile yaşamış biri bir gözünü kaybettiği gün artık eskisi gibi yaşayabilirmiydi.Zeynep O'nun sağ kolu, sağ gözü, göğsünün sol yanı,işaret parmağı,,.....ahhhhh herşeyiydi. Emre demek Zeynep demekti.
Değilmiş demekki.Öyle olsa bitmezdi.Ama bitmişti işte.O günden sonra günler hayli zor geçmeye başladı.O'nun kokusu sanki heryere sinmişti.Unutmak istesede unutamıyordu.Tam o günlerde liseden arkadaşı Barış, O'nu Viyana'ya davet etti.Barış liseden sonra üniversiteye gitmemiş.Dayısının aracılığı ile Macaristan'da bir şirket kurmuş.İşleri büyütmüş oaraya yerleşmişti.Neredeyse sekiz yıldır bir araya gelememişlerdi ama telefonla, eposta ile hiç bağlantıyı koparmadılar.Birbirlerinin hayatlarını hep takip ettiler paylaştılar.Zeynep'ten ayrılışını da taabiki Barış ile paylaşmıştı Emre.O'na bişeyler söylemeye çalışmış ama acısı konusunda pekde bir şey yapamamamıştı.Zaten aşk acısına tek ilaç zamandı.Başkada bir çaresi olmamıştı.Gerçek bir aşk ,gerçek bir ölüm kadar acıtmalıydı ve en az onun yarası kadar zor iyileşmeli, kapanmalı ama izi hep kalmalıydı.Gerçek aşk buydu işte.
Şimdi Viyana'daydı.Viyana sokaklarını günlerce adımladı.Akşamları Barış ile sohbet etti.Dolaştı.Uyudu, çok uyudu..Bazen bir günün tamamı uyuyordu.Sokaklarda amaçsız yürüyordu.
İlk günlerde yaşadığı nefes darlığı azalmış ama kalbindeki ağırlık değişmemişti.Bazen şehrin tarih kokan sokaklarında dolaşırken aklından çıkıyordu oraya ne sebeple geldiği.Sonra aniden vucudunun ortasından ağzına doğru bir ateş topu yerçekimine karşı yukarı fırlıyor.Ateş topu canını o kadar yakıyordu ki gözleri doluyordu ve işte o zaman neden orda olduğunu hatırlıyordu.
Akşam yemeği için o gün Barış tarihi ve çok özel bir mekan seçmişti."Kendimizi biraz şımartalım dostum demişti"Restorandan yer ayırırken.Yemek çok güzel geçti.Eski günler bugünler derken keman eşliğinde en az yemekler kadar lezzetli sohbetler ettiler.Barış ,Emre'ye ertesi gün pazar olduğu için Viyana Flarmoni Orkestrası'nın konserini izlemeyi teklif etti.Bu çok güzel bir fırsat olacaktı.Günlerdir tarihi şehrin masalsı sokaklarında gezerken, taş binalardan oluşmuş sokaklarda dolaşırken,müzeleri, nehrin kenaarındaki kiliseyi, sokak şarkıcılarını dinlerken yeterince ruhen hazırlanmıştı bı müzik şölenine.Severek kabul etti.
Ertesi gün nehir kenarında bir kahvaltıdan sonra tarihi konser salonuna doğru yola çıktılar.Binaya girdikleri anda onları olduğu zamandan alıp başka yerlere götüren başkaa bir boyuta geçtiler.Barış daha alışkın memnun bir ifade ile salona girerken Emre büyülenmiş gibiydi.Yüksek tavanlı yapının duvarlarından tavanlarına,sütunlarına kadar o kadar güzel görsel bir ahenk vardıki kendini rönesans döneminde sandı.Gelen insanlar mekanın tarihi dokusundan farklı,genellikle koyu renk giymeyi tercih etmiş, kadınlarda inci takıların hakim olduğu,beylerde ise takım elbise ve yaka mendili koşulu varmış gibi genellikle birbirine yakın çizgide ve zevkde kıyafetler vardı.Salona giren kalabalıkta sesiz bir nezaket gözleniyordu.Yüzlerde genellikle dingin bir tebessüm vardı."Aralarında sevgilisinden ayrılan yok mu acaba" diye düşündü.
Herkes yerine yerleştiğinde, orkestra şefi geldi seyircileri selamladı ve konser başladı.Daha ilk notada belkide orkestra şefinin kollarını kaldırıp ilk notanın işaretini verirken aldığı heykelimsi duruş ile zaman mekan değişti yeniden.
İlk parçada yaylılar hakimdi..Onlarca kemanın kayıtsız şartsız teslim olduğu notalar tarihi konser binasının her köşesini dolaşıyor herkese ayrı dokunuyordu.
Tarifsiz bir tat ile ilk parça sona erdi.Alkış kıyamet.Herkes ayakta orkestra üyeleri de tabiki.Halkı selamlıyorlar.Alkışlar araasında şef kulise gidiyor.Sonraki parçanın hazırlığı başlıyor.Yine alkışlarla şef dönüyor.İkinci parça, üçüncü parça,dördüncü...Salonun akustiği, kemanın,flütün, davulun,kontrbasın sesi.Yalnız orkestra üyelerinin değil o mekandaki her varlığın tarifsiz uyumu.Sanatın şahane büyüsü.
Emre tüm benliği ile kendini müziğe vermişken içinde yeniden doğan,yaşamın içinde nasılda güzel bir kurgu olduğunu hissetiren başka bişeylerle daha kendinden geçiyordu.Son zamanlarda yaşadığı şeyler onu hep bir yerlere götürüyordu.Şimdi bu şahane atmosferde kendinden geçiriyordu.Ve eğer yanılmıyorsa önde kontrbas çalan ve uzakdoğulu çekik gözlü kızın selamlarda ona gülümsüyordu.
Konser alkışlarla bitti.
Emre hiç bitmesin istedi.Kendini aylardır bu kadar huzurlu hissetmişti.Hatta konserin son parçası çok hareketli seçilmiş tüm salon yerinden tempo tutmuş,biterken defalarca alkışlamışlardı.
Konser salonundan çıktılar bir süre hiç konuşmadan yürüdüler.Sonra yine konuşmadan bir kafeye oturdular kendilerine kafe konyak söylediler.Ağır ağır bir sohbet başladı.Sonra sohbet hızını aldı içleri gibi muhabbette ısınmıştı.Aradan bir saat kadar zaman geçti.Kafenin kapısı açıldı tesadüfen Emre başını çevirdi ve çekik gözlü güzel orkestra elemanı ile gözgöze geldiler.Emre elinde olmadan gülümsedi, kızda ona...
Sonra kız, arkadaşları ile başka bir yere geçip oturdu.Çok zarif çok hoştu.Yanından geçerken müge kokusu aldı çok hoşuna gitti.
Sonra Barış'a döndü Barış ona bakmış gülümsüyordu.O da gülümsedi.Sohbet kaldığı yerden devam etti....Hayatta...